Başkan Harmancı: “Göç insani bir meseledir ve her şeyden öte insan hakları temelinde değerlendirilmelidir”
Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanı Mehmet Harmancı, İstanbul’da katıldığı Maltepe Forum’da “AB-Türkiye İlişkilerinde Bölünmüş Kıbrıs’taki Göçmenlerin Rolü” konulu bir konuşma gerçekleştirdi.
AB Göç Politikaları ve Güvenlik oturumunda Dr.
Yaşar Aydın’ın moderatörlüğünde Yeşiller Partisi Hamburg Parlamentosu Üyesi Yusuf Uzundağ, Rusya Siyasi Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Sergey Markov ve Hessen Eyalet Milletvekili Turgut Yüksel ile birlikte konuşmacı olarak yer alan Başkan Harmancı, konuşmasında özetle şu ifadelere yer verdi:
“Göç; ülkeler ve bölgesel arası ekonomik adaletsizlik, insan hakkı ihlalleri ve savaşların bir sonucu olarak değil, alıcı ülkelerin/bölgelerin sınır güvenliği veya milli güvenlik meselesi olarak ele alınıyor. Avrupa genelinde hakim olan bu insani açıdan olumsuz tutumun yanı sıra, Kıbrıs’ta süregelen bölünmüşlük ve çözümsüzlük gerek düzenli gerek düzensiz göçmenlerin ek ayrımcılık ve insan hakkı ihlalleriyle karşı karşıya kalmasına sebep oluyor.
2004 yılında Kıbrıs sorununda bir çözüme ulaşılamadan (Referandumda Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu Evet demesine rağmen) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne katılmasıyla birlikte, Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolünde olmayan topraklarda—yani KKTC’de—AB Müktesebatı askıya alınmıştı.
O dönemde AB Konseyi tarafından alınan kararlarda “Kıbrıs Türk toplumunun gelecekteki yerinin birleşik bir Kıbrıs olarak Avrupa Birliği’nde olduğu,” “Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun sona ermesi” ve “AB ile temasının geliştirilmesi” taahhüt edilmişti.
Ancak buna rağmen Kıbrıs Türk toplumunu temsil eden kamu kurumlarıyla (ki buna 1958’de kurulmuş olan ve 1960 Anayasası’nda tanınan Lefkoşa Türk Belediyesi de dahildir) sığınma, mülteciler, insan ticareti gibi insani konularda dahi stratejik/fonksiyonel bir iş birliği geliştirmeyi reddetmiştir.
KKTC uluslararası tanınırlığı olan bir devlet olmadığı için, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile de direk bağı bulunmamaktadır.
KKTC’de Yaşayan Türkiye Kökenli Göçmenlerin Durumu
Mete Hatay’ın raporuda belirttiği şekilde “1974’te yılında adanın bölünmesinin hemen ardından planlı bir politika kapsamında önemli bir nüfusun Türkiye’den adanın kuzey yarısına yerleşmesi sağlanmıştı.
Bu göçmen nüfusun ilk 5 yılda toplam 40,000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.”
En son 2011 yılında yapılan genel nüfus sayımına göre KKTC’de sürekli ikamet eden (de-jure) toplam nüfus 286,255 iken; bu nüfusun %56’sı Kıbrıs doğumlu, %37’si ise Türkiye doğumlu kişilerden oluşuyordu.
Toplam nüfus içinde KKTC vatandaşlarının toplam sayısı 190,494 olarak belirlenmiş, bu rakamın %16’sı Türkiye doğumlu olup KKTC vatandaşlığı almış nüfustan oluşmaktadır.
Türkiye’den Kıbrıs’a göç eden nüfus konusu adanın güneyinde de kuzeyinde—farklı bakış açılarından da olsa—oldukça ihtilaflı bir konudur.
Kıbrıs Cumhuriyeti, 1974’ten bu yana Kıbrıs’ın kuzeyine yerleşen Türkiye kökenli nüfusu Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı bir şekilde, adanın demografik yapısını değiştirmek amacıyla adaya getirdiği “yerleşik” nüfus olarak tanımlar ve olası bir çözüm durumunda Kıbrıs vatandaşlığından faydalandırılmamaları gerektiğini savunur.
Karma evliliklerden doğan çocukların ebeveynlerinden birisinden kaynaklı Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlık hakkından faydalanabilme hakları bugün hala gasp edilmektedir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise özellikle 90’lı yıllardan itibaren Kıbrıs’a göç etmiş Türkiye kökenli nüfus ciddi bir siyasi çatışma konusudur.
Belirgin kültürel farklılıkların siyasi aktörler tarafından manipüle edilmesiyle de, göçmen nüfus ciddi bir ayrımcılık, hatta ırkçılıkla karşı karşıya kalmaktadır.
Geçici oturum veya çalışma izniyle adada bulunan göçmenler birçok sosyal güvenlik hakkından faydalanamadıkları için, vatandaşlık almak birçok aile için tek kurtuluş yolu olarak görülmektedir. Çoğu zaman şeffaf ve hesap verebilir bir şekilde dağıtılmayan vatandaşlıklar ise—örnek: Kıbrıs’ta doğup büyüyen ikinci jenerasyon birçok göçmen çocuk vatandaşlık hakkından faydalanamaz ve 18 yaşına geldiğinde hiç bilmediği bir memlekete “geri dönmek” zorunda bırakılırken, bu toplumda hiçbir yaşanmışlığı ve emeği olmayan insanlar siyasi sebepler veya rant uğruna vatandaş yapılabilmektedir.
Göç insani bir meseledir ve her şeyden öte insan hakları temelinde değerlendirilmelidir. İnsanlık olarak önceliğimiz insan güvenliği ve köken fark etmeksizin insani yaşam hakkı olmalıdır.”