Laiklik ve Laikçilik: Dini Özgürlükler Üzerine Bir Değerlendirme
“Laiklik ve Laikçilik: Dini Özgürlükler Üzerine Bir Değerlendirme” başlıklı yazımızda, laiklik kavramını, din ve devlet ilişkisini ve bireylerin dini özgürlüklerini inceleyerek, toplum üzerindeki etkilerini ele alıyoruz.

Laiklik mi, Laikçilik mi?
Laiklik, en basit tanımıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.
Devletin, farklı dinler arasında tarafsız kalarak her bireye kendi inançları doğrultusunda yaşama hakkı tanıması, laikliğin temel taşlarını oluşturur. Çağdaş ülkelerde bu anlayış yaygın olarak kabul edilmekte ve uygulanmaktadır.
Ancak, faşizmin ya da diktatörlüğün hüküm sürdüğü ülkelerde, devlet dinin kurallarını ve inananların özgürlük alanını kendisi belirler; üstelik bunu “laiklik” adına gerçekleştirir.
Oysa bu durumun gerçek adı laikçilik olarak tanımlanır.
Laikçilik, laikliği bir tür dinsizlik olarak yorumlayarak dindarlar üzerinde baskı kurmayı ve onların özgürlük alanlarını kısıtlamayı amaçlar.
Türkiye’de, özellikle geçmişte laiklik, belirli gruplar tarafından yanlış anlaşıldı ve uygulandı.
Devlet, Diyanet İşleri Teşkilatı’nı kurarak dini kontrol altına almaya çalıştı.
Bu başlangıçta anlaşılabilir bir durumdu; zira Cumhuriyet adında yeni bir rejim kuruluyor ve geçiş sürecinde çeşitli sancılar yaşanıyordu.
Bazı kesimler Cumhuriyet’e karşı açtıkları savaşta dini bir silah olarak kullanıyorlardı.
Mememen İsyanı’ndan Şeyh Sait İsyanı’na kadar birçok isyan, dinin bir araç olarak kullanılmasıyla gerçekleşti.
Zamanla, Türkiye’de rejim oturdu ve inanan insanlara dini alanda geniş bir özgürlük alanı açıldı.
Ancak 1974 sonrası, enteresan bir yapı ortaya çıktı. Özellikle sol sendikalar ve partiler, ideolojik bir saplantıyla laiklik adına dini özgürlükleri kısıtlama, inananları küçümseme ve ötekileştirme eğilimindeydiler.
Bu durum, hâlâ cılız da olsa devam etmekte.
Bu kesimler, özgürlüklerin sınırlarını belirleme yetkisini kendilerinde görüyor ve hoşlarına gitmeyen uygulamaları “laiklik elden gidiyor” propagandasıyla yok etmeye çalışıyorlar.
Onlara göre, “Tamam, Müslümanlık yaşansın ama evlerde yaşansın.
Sokağa, okula ve devlet dairelerine yansımasın. İnancına göre yaşayan, giyinen kişiler, bizim göz zevkimize hitap etmeyecek şekilde ortalıkta dolaşmasınlar.”
İlginç olan, bu kesime göre; billboardlarda “Anne ben gay’im” veya “Fatma Teyze ben lezbiyenim” gibi afişler, özgürlük adına dokunulmazken, çocukların dini tercihleri veya inançları doğrultusunda yaşamalarının önüne geçilmesi gerektiği düşüncesidir. Çünkü onlara göre çocuklar henüz küçüktür.
Bu zihniyet hâlâ devam ediyor. “Bakın, çok özendiğiniz Güney Kıbrıs’ta bile böyle bir yasak yok.
Orada çocukların başörtüsü takması anayasal bir hak olarak görülüyor.
Siz hangi hak ve gerekçe ile bu yasağı savunuyorsunuz?” diye sorduğunuzda, anlamaları mümkün olmuyor. Çünkü özgürlük anlayışları, ideolojik saplantılarıyla sınırlıdır.
Onlar, aslında laik değil, laikçi.
Bakanlar Kurulu, inancı gereği başını örtmek isteyenlere “bone” kullanma hakkı tanıdığında, bu kesim koro halinde saldırıya başladı.
Aynı zamanda Kıbrıs’ta federal çözümü de savunan bu arkadaşlara tek bir sorum var: Biliyorsunuz, Güney Kıbrıs’ta okullarda başörtüsü serbest.
Hatta 2019’da Rum Milli Eğitim Bakanı, okulda başörtüsü yasağı uygulayan bir okul müdürünü görevden aldı. Şimdi sorum şu: Hayalinizdeki federasyon kurulursa, Hristiyan Güney Kıbrıs’ta başörtüsü serbestken, Müslüman Kuzey Kıbrıs’ta başörtüsü yasağı uygulanmasını mı savunmaya devam edeceksiniz?
Yoksa federasyon görüşmelerinde masaya “federal Kıbrıs’ta okullarda başörtüsü yasağı uygulanır” diye bir şart mı koşmayı düşünüyorsunuz?
Aşağıdaki resimde, Rum Milli Eğitim Bakanı Kostas Champiaours ile okuldan atılmaya çalışılan Ala’nın resmi yer alıyor.
Rum Milli Eğitim Bakanı, Ala ve ailesini kabul ederken şunları söylemişti: “Politikamız, ırk ve din ayrımı yapmadan insan haklarının korunmasını teşvik eder. Öğrencilerin dini inançları anayasa tarafından koruma altındadır.”
Ne yapsak, biz de özgürlüklerin yaşanabilmesi için bir federasyon mu istesek?