Adıyaman’da İsias Otel Davası ve Baba Mehmet Tülek’in Adalet Çığlığı
Adıyaman’da yaşanan İsias Otel davası ve Baba Mehmet Tülek’in adalet arayışı, toplumsal adaletin önemini ve kayıpların acısını gözler önüne seriyor. Bu davanın detayları ve Tülek’in çığlığı, adalet mücadelelerine ışık tutuyor.
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen büyük depremin ardından, Adıyaman’daki İsias Otel enkazında hayatını kaybeden Asya Tülek’in babası Mehmet Tülek, davanın altıncı duruşmasından önce içini dökerek bir paylaşımda bulundu.
Tülek, yaptığı açıklamada, “Kızımı bile isteye kum yığınına gömenlerin ellerini kollarını sallayarak dolaşmasını izlememize izin vermeyin.” diyerek adalet arayışını dile getirdi.
Tülek, yaşadığı travmayı ve enkaza ilk ulaştığı andan itibaren gözlemlediği durumları ayrıntılı bir şekilde aktardı. “Enkazda elimle parçalayabildiğim kolonları, kafam kadar dere çakıllarını, nevrülsüz kaynaklanmış demirleri gördüm.
Kum yığınına dönmüş enkazda evlatlarımızı çıkardık.” diyerek, otelin inşasında yaşanan ihmalleri ve kusurları vurguladı.
Depremin neden olduğu yıkımın teknik boyutlarını da gündeme getiren Tülek, şu ifadeleri kullandı: “Bir binanın yıkımına neden olabilecek tüm kusurlar bu otelde mevcut: beton kalitesizliği, demir eksikliği, kaçak kat, projeye uygunsuzluk, taşıyıcı elemanlara müdahale… İsias Otel davası, teknik anlamda en iyi çalışılan dava.
Ancak bu kadar somut delile rağmen, suçluların hak ettikleri cezayı alıp almayacağı belirsiz.” dedi.
Paylaşımında, enkazın başına gelen otel yetkililerinin vicdansızlıkla hareket ettiğini savunan Tülek, “Enkazın başına gelip yardım çığlıklarını duydukları halde bir adım atmadılar, otelin para kasasını arayıp gittiler.” ifadelerini kullandı.
Kızının kaybını tarif edilemez bir acı olarak nitelendiren Tülek, adalet çağrısını şu sözlerle dile getirdi: “Beni vicdanımla muhasebe yapmak zorunda bırakmayın.
Bu vicdansızların ellerini kollarını sallayarak dolaşmasına izin vermeyin.
Bu ülkede adaletin olduğunu, suçluların cezasız kalmadığını bize gösterin.”
Tülek’in paylaşımı şöyle:
“Adalete Mektup
Ben 6 Şubat’ta İsias Otel enkazında kızını kaybeden bir babayım.
Deprem günü sabah ulaştım Adıyaman’a. İsias’ı ararken onlarca enkaz gördüm. “Bu mu?
Bu mu?” diye sorarak ilerlerken, görüp görebileceğim en kötü enkazın önünde buldum kendimi. İşte bu dediler İsias. Üzerinde devasa betonarme bir dam (o kaçak katın damı işte bu!) altında kum yığını, hiçbir boşluk, hiçbir aralık yok, tuz buz olmuş her şey, sadece kum.
O zaman çıktım işte enkaza ve 6. günün sabahı son kaybımızı da çıkarttığımızda indim enkazdan.
Ne mi gördüm enkazda?
Elimle parçalayabildiğim kolonları, kafam kadar dere çakıllarını, nevrülsüz uzantısı olmayan kaynaklanmış demirleri. Üç dört katın en fazla bir metreye sığacak şekilde yığılıp kaldığını gördüm.
Zemin halısından anlayabiliyorduk ancak bir kattan diğer kata geçtiğimizi.
Hiçbir yaşam boşluğunun kalmadığını, nasıl yattılarsa aynı şekilde kum yığınından çıkarttığımız evlatlarımızı gördüm.
Ve ilk defa bir teşhis çadırı da gördüm. İşte orada da melek kızımı son kez gördüm.
Ona tek söyleyebildiğim “Sen benim bu hayattaki en kıymetlimsin.” Yani anlayacağınız bu vicdansızlar bizleri de gömdü orada toprağa.
Her biten günde, daha da yaklaştım ölüme diye sevinir mi insan.
Neyse çok uzatmayacağım.
Onlarca depremden ders çıkartmayan, aynı acıları belirli periyotlarla hep yaşayan bir ülkenin insanlarına sıradan geliyordur zaten bunlar.
Dönelim enkaza.
Arama kurtarma ekipleriyle birlikte, hukukçu, mühendis arkadaşlarımız da geldi yanımıza.
O zaman başladı aslında hukuki mücadelemiz.
Notlar, fotoğraflar, videolar numuneler… Sonrasında alanında uzman onlarca profesör ile enkazda gözlerimizle gördüğümüzü raporlarla somutlaştırdık. İsias teknik anlamda en iyi çalışılan davadır.
Sonuç olarak bir binanın yıkımına neden olabilecek; beton, demir, yanlış proje, projeye uygunsuzluk, fazla yük bindirme, taşıyıcılara müdahale, zemin analizi yapmama, kaçak kat, kaçak asansör… (yani bir binanın yıkımına etkisi olabilecek ne kadar kusur varsa hepsi var bu binada) Bu suçların hepsini bir arada başka hiçbir deprem davasında bu kadar somut bulamazsın.
Bu durumda bile olası kast vermeyip, çok yıl ceza almışlar gibi gösterip yatarı bir iki yıl olan başka bir ceza ile mi cezalandıracaksın ?
Bununla da kalmıyor kusurlar.
Usulsüzlük ve sahtecilik var (projesi olmadan alınan ruhsat gibi).
Yalan beyanlar ve saklanan başka şeyler var.
En kötüsü de vicdansızlık, şeytani bir gaddarlık var.
Senin otelindeki çocuklar enkazın altında kalacak, oraya gideceksin yardım çığlıklarını duyacaksın ve kılını kıpırdatmayacaksın.
Otelin para kasasını sorup arayıp ayrılacaksın.
Bu kişilere gerçek anlamda bir ceza kesilmesi için daha ne yapmalarını bekliyorsun.
Gelelim adalet kısmına, ben senden gerçek anlamda bir adalet beklemiyorum ki zaten.
Bir baba için kızı ne demektir?
Bunu her kız babası bilir.
Kızın senin en büyük aşkındır; annenin, eşin esamesi okunmaz onun yanında.
Bir sarılması tüm dertlerini unutturur insana.
Bir de ona bir şey olursa korkusu, bu düşünmek bile istemeyeceğin hiç yaşamadığın derecede büyük bir korkudur.
Ve bu kişiler bile isteye kızımı benden aldılar, onu kum yığınına gömdüler.
Bu durumda ne midir adalet?
Verin bu kişileri bana, kızımı o kum yığınından çıkarttığım bu eller ile gömeyim onları oraya.
Onun için ben senden gerçek adaleti zaten talep etmiyorum.
Sadece beni vicdanımla muhasebe yapmak zorunda bırakmayın, kızımı bile isteye toprağa gömen bu vicdansızların elini kolunu sallayarak aynı pişkinlikle ortalıkta dolandığını görmesin bu gözlerim diyorum.
Ve yalvarıyorum; bu ülkede adaletin olduğunu, suçların yapanların yanına kâr kalmadığını, bile isteye katliam yapanların hak ettikleri gibi müebbet aldıklarını bize gösterin diyorum.
Kim bilir belki de dedikleri gibi çok uzaklarda değilsindir adalet, en yakın zamanda karşılaşabilmek ümidiyle.”